Cumartesi, Eylül 18, 2010

Çeşidi

Çeşidi ne olursa olsun bir ilişkinin ilk birkaç ayı önemliymiş. İnsan o aylarda verdiği tepkilerle, yansıttığı karakteriyle 'mim'lenirmiş. Yaptığı hatalar, taşkınlıklar, yaşadığı gel-gitler onun değişmeyen özellikleri sanılırmış.


Sonrasında durulmuş, kırılmış, susmuş, huzur vermiş..Önemli değilmiş. İlk anlaşmazlıkta 'zaten'le 'hep böyle oluyor' ile devam eden cümleler duyarmış.


Bırakmak istermiş o an. Arkadaşlık, sevgililik, dostluk ne içinmiş ki? Yanında olmaya çalışmak, onu dinlemek, ama ilk sıkıntıda kendisine anlatılan insanlarla aynı kefeye konmak.


'Hep öyle olsa' bile 'zaten' olsa bile tolore edilmesi gereken bir ilişkide nedenmiş ki bu tahammülsüzlük?


Nasıl bu kadar kolay, bir anda, bir kelimeyle itebiliyormuş karşıdakini öylesine içine çekmişken?


Sonrasında üzülmenin en samimi halini yaşarmış. Hayal kırıklığıyla gelen sessizlik..


İfade edemeyişler. Sıkışmışlık hissi. Her yerden önünün kapanması.


Samimiyetin en üzgün hali.

Çarşamba, Eylül 01, 2010

Sağ-Sol Meselesi

Sokaktaki insanlar evet ile hayır arasında gidip gelirken, ben günlerimi sağ omzumdaki iyiniyet ve sol omzumdaki hinlik arasında geçiriyorum.


Bir uçtayken hiç diğerinde olmamış, diğerine geçtiğimde de ötekinde bulunmamış hissederek, farklı anlamlarda gülümsemeler biriktiriyorum.


Sonra günün en güzel kısmı geliyor. Penceresinden içeriye serinlik akan odada yatak değilmiş de su imişçesine bırakıyorum kendimi uykuya, yüzümde mutlu bir u harfi. Neyin yorgunluğu olduğunu bilemeden beyin yorgunluğu olduğuna kanaat getiriyorum.


O oda, melekle şeytan arasındaki sıkışmışlığa ortopedik çözümler sunuyor. Su üstünde vicdan dalgalanmaları.. Karakter seçemeyip domates seçmek. Evin serin odası, otobüsün klimalısı, kahvenin kremalısı, etin çok pişmişi, çatalın (kahvaltı bile olsa mevzu bahis) büyüğü..


Böylesine seçici oluyorum. 

Perşembe, Ağustos 26, 2010

Metroda

Metroda önünde biri duruyordur. Saçları arkadan gevşek bir şekilde bağlanmıştır, dalgalıdır. Şarkıyı söyleyenin bir an o olduğunu sanırsın. İki durak sonra iner. Zaten birinin güzel gelmesi için onu metroda, otobüste, yolda görmek gerekir. Ben de dışardan bakan biri için hoş  görünüyor olabilirim ama makinist ani fren yaptığında dengede duramayıp kafamı reklam panosuna çarparım. Ben de kareye girdiğimde güzelimdir ama nerden bilsin benim 'avasküler lenfatik malformasyon'umu, yürüken bile dengemi kaybettiğimi, asimetrik, bi garip olduğumu.. İşte bilmemek kareyi tamamlar.

Televizyonuma 2007

Televizyonuma reyting aygıtı takmış olabilirler mi acaba, ne zaman bir kanala takılıp eğlenmeye başlasam kahkahalar atsam reklam veriyorlar. Tabii ki yarım daire şeklindeki gülümsemem yüzümde donmuyor; çünkü o kredi kartı reklamlarındaki avantaj adası çıkıyor her seferinde. Kamera adayı uzaktan gösterirken ani bir hareketle aşağı inip adanın suyun altındaki kısmını da  gösteriyor ve ben de kamerayla aynı anda kafamı aşağı çekiyorum. Çok gerçekçi oluyor. Suya dalan kamera değil de benim kafammış gibi.


Şimdi kucağımda havlu, saçlarımı tarıyorum. Ayreon çalıyor-voices. Odadan eli silahlı bir adam çıksa bile şu  anki soğukkanlılığımı korurmuşum gibime geliyor. 'Soğuk su ister misin?' Sayet iyiniyetimi anlamazsa, ona da geçen gün metrodaki güvenlik görevlisine yaptığımı yapacağımı bilir. Kart hakkımı kullanmak için 5 dakikanın dolmasını beklerken kenarda ücretsiz dağıtılan büyükşehir belediyesi gazetelerine bakıyım dedim. O da bana bakmaya başladı. Neden almıyordum ki, ne de olsa ücretsizdi, mal mıydım neydim? Sırtımda da kocaman çanta vardı , kesin bomba taşıyordum. Güvenlik görevlisinin düşünceleri elimdeki gazetenin 3. sayfasında 5 satırlık bir yer kaplıyordu. Gazeteyi bıraktım, saate baktım, o da bana baktı. Ani bir hareketle turnikelerin üstünden atlayınca, koşarak yanıma geldi. Tam o sırada gürültü ve rüzgarla birlikte metro da istasyona girdi. Kapı açılır açılmaz atladım içeriye. Kapı hemen kapandı, adam kapıya vururken yine arkamızda rüzgar ve ses bırakarak uzaklaştık.


Evet sallıyorum ama şarkı da çoktan bitti. Sadece söylemek istediğim şu ki çok güzel bir televizyon programı izlerken, gülerken, eğlenirken ıssız bir kredi kartı adasına düşebilirsiniz hem de eli silahlı ve dedektörlü adamlarla birlikte. Hayat böyle gel-gitlere dolu. 'Soğuk su ister misiniz?'

Susam 2007

Susam aradı. Tarağıyla mamasını almış ve evden kaçmış. Bütün bu olanlardan beni sorumlu tuttuğu için de gördüğü ilk ankesörlü telefondan beni arıyor. Bir an önce kredi kartıyla bir otobüs bileti alıp ona göndermemi emrediyor. Sinirli. Öyle hızlı nefes alıp veriyor ki patisiyle tuttuğu ahizenin nasıl mama koktuğunu tahmin edebiliyorum. Neler saçmaladığının farkında mısın dostum?! demek istiyorum ama ikimizin de selameti için sesimi çıkarmıyorum. Sadece bagajda ücretsiz gelebileceğini söylüyorum. Bu bile 'sokaklara düşmüş zavallı dişi' düşüncesinin oluşmasına, çoktan oluşmuşsa da pekişmesine sebep oluyor. Kaç yıldır o bagajlarda havasızlıkla, sıcakla ve soğukla boğuşarak peşimden geliyormuş, farkında mıymışım? Bagajın kapısı kapandıktan sonra o bavulların hepsi birlik olup onu nasıl da dışlıyorlarmış, 'ayaklı bavul' diye dalga geçiyorlarmış haberim var mıymış? Uzaklaştırıyorum telefonu kulağımdan. Tırnaklarının çıkmaya başladığını hissediyorum. 'Evde badana yapıyorlar, koku beni mahvediyor, herkesin hassas olduğu noktalar vardır, burnumu mu koparıp atiyim, napiim, söyle!'derken tam da tahmin ettiğim gibi ahize patisinden düşüyor. 'tırnaklarını kontrol etmeyi öğrensen önce..'diyorum, tabii ki içimden. Ahizeyi yerden alıyor. 'Tamam' diyorum orda bekle biletini alıp sana haber vericem, bi yere ayrılma' homurdanarak kapatıyor telefonu. Babamı arıyorum, susamın yerini söylüyorum. Bugün yarın yeniden arıcak, bir şeyler yapmalıyım, bir ahize susturucusu, bir kulaklık, ne biliyim 'evet, üzgünüm, haklısın..' şeklinde bir bant kaydı..

Bir

Bir parcam var, benden uzakta yasar. Bir elmanin iki yarisi gibi degil, ayni cuvaldaki iki elma gibi degil, farkli agaclarda yasayan ama hep birbirine bakan elmalar gibi. Ya da karpuz..farketmez.
Minicik bedeninde kopan firtinalari hissederim. Sokaklarda yururken kizginligi kadar kiloyla asfalta basan ayaklarini. Anlarim ya da anlayamam ama bilirim gecislerini, duraklamali ya da transit, seyahat halindeki dusuncelerini.


Ayda bir ya da iki ayda bir yaptigimiz bulusmalarda, 8 tane banki kendi iclerinde kombine ederek, onumuze kah dagi kah sehri alarak saatler sonra da gunler deviririz. Bize anlam katan onlarca sarki vardir, ozenle secilmis, ayri ayri olusturulmus ve birlestirilmis. Bizim onlari degil de onlarin bizi dinledigini dusundugum bir suru sarki..


Astral yolculugun daha paylasimci olanini uygulariz, ruhlarimizi kaldiririz uykularindan 'hadi atla, gidiyoruz!' der biri digerine. Gezgin ruhlarimiz yol masrafi olmayan bu yolculuklara bayilir. Belki Kambocya-Vietnam ya da Arjantin-Brezilya seferlerine katilamadik ama uhrevi benzinimizle yine de guzel yerlere gittigimizi soyleyebilirim. 


Topraktan gelmistir ama topraga bagimli yasamak pek de hosuna gitmez. Yerkurenin hemen altindan bizi miknatisla kontrol eden guce direnmek ister. El yazisi gibi kisiye ozel bir uzantisi olsa herkesin, notalardan olussa, onunki arpejlerden olusurdu belki de. Bu sadelige ve yumusakliga inat bazen bolsevik idealistleri gibi sorgulayislari, bas kaldirislariyla gelir sekiz banktan birine. 


Cikolatayi cok sever, onceden de dedigim gibi o dondurmasini cikolatali yer ben karamelli. 'cok tatli olmuyor mu karamelli?'der. Fikirlerime deger verir, kalabalik bir monuden icecek secerken bana ters dusmez. 


Huzur onu rahatlatir. uzaktan, bir odadan bir odaya evin temeline hicbir baski yapmayan hafiflikteki adimlarini hissederim. 


Hayallerimize ne kadar yaklasmisizdir tartisilir ama heyecan ve sikintiyla gelen ani dusunceleri, sonradan donustugu sakin sekliyle ona daha cok yakisir. Bazi durumlar onu spiral gibi icine ceker. Bazi durumlarda da kendi, donerek gelen firtinayi icine ceker. Kendi doner, basi doner, nevri doner, dusucek dedigim anda bir nefes ceker icine ve kaldirir basini. Bekler, bekler..Odadan odaya gecer. Sokaklari solur. Notalari yakalar, en sakin aninda dusundugu seylerle, aldigi kararlarla en makulunu yakalar.


Alisverisi cok sever, arada 'artik o kadar onemli degil benim icin' dese de bir pantolon, bir de tisort onu kendine getirir. teknik detay onemli degildir onun icin. bilimsel sebeptense duygusal sonuc agir basar. 


Birbirimizin karsisinda buzlu camdan olusmuscasina seffafizdir. gulerken catlatiriz bazen cami, aslinda edebi yonunu bir kenara birakirsak gotu dagitiriz iste. 


O yurumeyi sever ben dolmusa binmeyi. ama ben istedigimde beni kirmaz dolmusa biner, o istediginde ben de yururum. Yemek yemeyi cok sevmez ama aclik krizlerimde hep yanimdadir. O small giyer ben medium, ama rica etsem bir beden buyuk alir tisortunu ben de giyebileyim diye. İdeale yaklastirir boyle fedakarliklar iliskimizi. pek mutlu oluruz beraberken. aglasak da gulsek de.


Sikinti denilen sey, kaynama noktasina ulasmis bir su gibidir onun yaninda, anlatirsin, dinletirsin, ucar gider. Cozum yollari onemini yitirir, bilmesi bile sorunu emmesi demektir. Ben anlattim biraz da o dusunsundur artik.


Biz iki parca enteresan bir bilesimizdir, farkli sehirlerde farkli agaclarda yasariz ama birbirimizi toprak yakinliginda hissederiz. Aylik randevularimizi da hic aksatmayiz. Bir arada mutluyuzdur, bazen sebepleri farkli da olsa sonucta ortak paydaya biner, ruzgari da arkamiza alir ucarak gideriz.

Evde 2007

Evde güneş gözlükleriyle oturuyorum. Böyle  zamanlarda ya mutluluktan güneşlenme pozisyonunda yatağa uzanmışımdır; bu dündü, ya da gözümün hiçbir şeyi görmek istemeyeceği kadar mutsuzumdur, bu da bugünü anlatıyor.